Shakespeare sahnesinin kokusunu duymak…

September 26, 2010 § Leave a comment

Londra’da yaşamanın en güzel yanlarından biri de tarihi buram buram koruyan, yaşatan bir şehrin parçası olduğunu bilmek. Yüzyıllar öncesine öyle yapay sinema ekranlarından, parça parça eserlerle asıl hikayeyi toptan kaçırdığımız müzelerden değil; tarihin kendisine uzanıp, koklayıp, dokunabilecek, hatta konuşabilecek kadar yakın olmaktan bahsediyorum …

Değerlerini koruyan İngiliz hayranlığım dün akşam Shakespeare’in Henry IV (Bölüm 1) oyunu ile bir kat daha arttı. Hala sahnede izliyorum sanki, hani her Shakespeare oyunu beni kendime ancak bir haftada geri getiriyor, ancak bu sefer sadece oyun değildi beni benden alan, tiyatronun, Globe Theatre‘ın kendisi idi; soluduğum hava idi; oyunu orjinali örnek alınarak yapılan tiyatroda, tam dört yüz yıl öncesi tadında izlemenin keyfi idi. Açık havada – ki sadece yaz sezonu açılan – tiyatroyu Eylül sonu serin rüzgarlar ve yağmurlar yalnız bırakmadi tabi, ama yuzyillar oncesi halkinin merakı ve heyecanı ile farkına varamıyorsunuz ara verilmeden. O zamane insanlarının oturduğu tahta oturaklarda oturmak, oyuncularla izleyicilerin içli dışlı atmosferine tanık olmak, ön alanda yer alan ayakta izleyicileri ile tarihi havası buram buram kokan bir tiyatro idi.

Oyuna gelince, Shakespeare’in tetralogy (dörtlü) olarak kaleme aldığı serinin ikincisidir (Richard II, Henry IV Part 1, Henry IV Part 2, Henry V). Henry IV.’in tahta geçtiği ilk dönemin kargaşası ile başlar. II.Richard’ı tahttan indirmiş ve dolaylı yoldan öldürtmüştür Lancaster’lı Henry Bolingbroke ve İngiltere tahtına geçmiştir. Oğlu içkici, hırsız arkadaşlarıyla saraydan uzakta gecenin gündüze karıştığı, saatleri yok sayan bir hayat yaşamaktadır.

What a devil hast thou to do with the time of the day?
Unless hours were cups of sack* and minutes capons** and
clocks the tongues of bawds and
dials the signs of leaping-houses and
the blessed sun himself a fair hot wench in flame-coloured taffeta,
I see no reason why thou shouldst be so superfluous to demand the time of the day.

Bu sözler sadece Hal’ın (Henry V) hayatını özetlemekle kalmaz, Falstaff ile paylaştığı hayatı da anlatır. Falstaff***, oyunun en eğlenceli karakteridir aslında, Bülent Bozkurt, oyunu Türkçe’ye çevirdiği kitabında masal bukalemanu olarak tanımlar, pek çok kalıba girebilen yapısında, varlığın her koşulda sürdürebilmesine elveren gizemli bir mekanizmaya sahip , ve Türk seyircisi ile içli dışlı olmamasından yakınır.

Herkesin derdi benimle.
Harcı ahmaklıkla karılmış bu insan denen varlığın beyni,
benim yarattığımdan ya da benimle yaratılandan öte,
güldürüye yakın bir şey yaratabilmekten aciz.
Kendim zeki olmaktan başka, herkesteki zekânın da kaynağı ve nedeniyim…

Hal’ın kuzeni Hotspur güçlü bir askerdir, İşkoçları yenip esir eder, ama krala karşı kullanır esirleri ki kardeşinin eşi Edmund Mortimer için gereken fidye verilsin. Kral fidye vermeye yanaşmaz, Hotspur isyan bayrağını asar. Henry V, babasına yardım için saraya geri döner, komutan olur 16 yaşında, ve Shrewsbury savaşında, kuzeni Hotspur’u öldürüp babasının hayatını kurtarır. Oyunun detayları ile gerçek tarih hakkında daha detaylı bilgi isterseniz, çok güzel bir analiz tavsiye edebilirim.

* Ispanyol Sarabi
**Sözü geçen capon, Shakespeare eserlerinde de çokça dile gelen, dönemin meşhur yemeğidir.

**IV. Henry ve Falstaff


Where Am I?

You are currently browsing entries tagged with Globe at Nar Bereketi.